hıncal uluç 


  1. türkiye'nin en donanınmlı(!) insanıdır, her konuda bilgisi her alanda söyleyecek mutlaka bir sözü vardır, mesela aynı yaz içinde hem futbol hem de basketbol dünya kupaları için aynı formatlarda program yaparken tenisden f-1'e nba'den voleybola tüm branşlarda uzman yorumcudur, tek mahareti spor değildir tabi aynı akşam içinde farklı kanallarda ekran karşısına çıkıp birinde merkez bankasının faiz politikasını eleştirirken diğerinde moda uzmanlığı yapabilir, ayrıca çok da iyi gurmedir, köşe yazarlığından ise hiç bahsetmiyorum. öte yandan türk magazinine bir çok yetenekli genç kazandırmıştır* eğer bir gün istanbul'a gelirseniz ve yolunuz ortaköy'e düşerse ertekin'in yerinde görmeniz kuvvetle muhtemeldir.
    (kotu niyetli ucuncu kisi ?, 20.04.2011 02:00)
  2. konuşurken ara ara durması yüzünden eğer başka yere bakıyorsam televiyon mu kapandı diye kafamı kaldırmışlığım hayli sıktır.
    (acele ise karisan seytan ?, 20.04.2011 02:08)
  3. ölümlerden sonra en dikkat çekici mersiyeleri yazan şahıstır. kendisi ölüm enstitüsü başkanlığına layıktır.
    (bkz: itinayla fetva verilir)
    (yoldan gecen okuze bakan tren ?, 20.04.2011 02:09)
  4. kendinden 50-60 yaş küçük kızlarla/kadınlarla gününü gün edip ölmüş insanlar hakkında ağza alınmayacak sözler söyleyebilen,bu ülkenin ahlak polisliğine soyunmuş milli malumatfuruş(!)ntv gibi nispeten kaliteli bir kanalın da bu adamı ekranlarda tutması da beni ayrı deli ediyor.
    (litmanen ?, 20.04.2011 02:11)
  5. bir konu üzerinde genel kanı neyse kendisi inanmasa bile aksini söyleyerek gündem yaratmaya çalışan, bazı konularda cidden çok haklı, bazı konulara ise at gözlüğü ile bakan spor yazarı. haklı olduğu konularda yarım dakika durarak herkesin aslında o konuyu düşünmesini sağlar ama bir yerden sonra sıkıcı olur. Herhangi bir ölüm haberi olduğunda kesin açıklama için gözler ona çevrilmeye başlanmıştır(!).
    (flush royale ?, 20.04.2011 03:25)
  6. gibi güldüüm sölenmekte ama kılcal damarlarıma basii bu adam ...
    (castinpiber ?, 20.04.2011 19:18)
  7. kim ne derse desin tartıştığı her konuda kendisine katıldığım yazardır.her konuda bilgili bir beyfendidir. mülkiyelidir.
    (garipyolcu ?, 20.04.2011 21:04)
  8. defne joy konusunda ahlak konusunda ahkam kestikten sonra şimdi de malum mhp'lilere sahip çıkıp mhp'ye oy vereceğini açıklayarak kendiyle çelişmiştir. hakikaten de çok ilginç bir adammış yahu...
    (kotu niyetli ucuncu kisi ?, 10.06.2011 19:29)
  9. türk halkının çoğu tarafından manken sanılan absürd insan
    (ebu halid ?, 11.06.2011 17:50)
  10. hiçbir şeyi beğenmeyen yorumcudur. cümlesinin başını ve sonunu aynı yüzyıl içinde söyleyemediği iddia edilir. hırkası da candır. yaz kış sırtında durur. kemal kılıçdaroğlu nun boğazlı kazağına benzer.
    (1c ye gider ?, 12.06.2011 02:32)
  11. her şeyi bilen ve her şeyden bahseden adam. galatasaraycılık oynar ekranlarda. spor,sanat, ekonomi... hepsini bilir.tam bir fransızdır.ama kendisine bazen hak vermemek özellikle sosyal konularda elde değil..
    (filleri kurtaran adam ?, 12.06.2011 02:54)
  12. genel kültür fakültesi mezunudur. hemen bizim yanı başımızda olan bu fakülteye bazıları siyasal der.
    (lammarth ?, 12.06.2011 10:45 ~ 10:49)
  13. educatedear'dan nasibini böyle almıştır:
    http://www.facebook.com/v...190461792371&comments
    (6sutun ?, 31.07.2011 18:32)
  14. en itici köşe yazarları listemde yılmaz özdil'den sonra ikinci sıradadır. (bkz: su testisi su yolunda kırılır)
    (vokluz ?, 31.07.2011 19:05)
  15. "üniversiteli delikanlı kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı. okul salonundaydı maç. tribünsüz, minik bir salon... seyircilerle, oyuncular arasında, sahanın çizgisi vardı sadece. o kadar yakındılar.

    delikanlı bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda. hoşlandığını, fena halde hoşlandığını hissetti. az sonra bir şeyi daha hissetti. uzun zamandan beri maçı değil, o güzel kızı izlediğini. kız servis atarken hemen önünden geçti. göz göze geldiler; kız gülümsedi. delikanlı, çok popülerdi o yıllarda. kız onu tanımış olmalıydı. kim bilir, belki kız da ondan hoşlanmıştı. belki de delikanlı öyle olmasını istediği için ona öyle gelmişti.. set değişip takım karşıya gidince, delikanlı da yerini değiştirdi; o da karşıya gitti. üçüncü sette tekrar eski yerine döndü. kız da gidiş gelişleri fark etmişti galiba. bir defa daha gülümsedi. manidar...

    'anladım' der gibi bir gülümseyişti bu. delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar şirini kızı düşündü. pazar günü, sabahın köründe kalktı, erkenden oynanacak maçı, ne maçı canım, o dünyalar şirini kızı görmek için. delikanlı artık kızın hiçbir maçını kaçırmıyordu.

    dahası.. ankara koleji'nin her dağılış saatinde, okul civarında oluyordu onu bir kez daha görmek için. karşılaştıklarında, hafif çok hafif bir gülümseme, çok minik bir baş eğmesi ile selamlaşır olmuşlardı. bir defasında, yaptığına sonra kendisi de günlerce güldü. o gün gene tesadüfmüş gibi okul dağılımı kızın karşısına çıkmış, gülümseyerek selamlamış, sonra arka sokaklara dalıp yıldırım gibi koşarak bir blok ötede gene karşısına çıkmıştı. kız bu defa iyice gülmüştü. karşısında, sözüm ona ağır ağır yürüyen; ama nefes nefese delikanlıyı görünce.

    delikanlı, voleybol takımının kaptanını iyi tanıyordu; arkadaştılar. sonunda bütün cesaretini topladı, kaptana açıldı. o kızdan fena halde hoşlanıyordu. galiba kız da ona karşı boş değildi. bir yerde, bir şekilde tanışmaları gerekiyordu. o zamanlar, bu işler böyle oluyordu çünkü. kaptan 'tabii' dedi. 'bu hafta sonu güzel bir konser var. biz onunla gitmeye karar vermiştik zaten. sen de gel. hem konseri birlikte izleriz, hem de tanışırsınız.'

    'mutluluk işte bu olmalı' diye düşündü delikanlı. 'mutluluk işte bu..' ve konser gününe kadar geceleri hiç uyuyamadı. konser gününü de hiç ama hiç unutmadı. o ne heyecandı öyle.. konserin verildiği sinemanın kapısında tanıştılar, el sıkıştılar. o güzel ele dokunduğu anı da hiç unutmadı delikanlı. kaptan, salona girdiklerinde ustaca bir manevra daha yaptı. delikanlı ile dünyalar şirini kız yan yana düştüler. inanamıyordu delikanlı. onunla nihayet yan yana oturduğuna, onun sıcaklığını hissettiğine, onun nefesini duyduğuna inanamıyordu. biraz önce tanışırken tuttuğu el, bir karış ötesinde öylesine duruyor; delikanlı, sahnede dünyanın en romantik şarkısı söylenirken ki, o an dünyanın bütün şarkıları dünyanın en romantik şarkısıydı ya, o eli tutmak için öylesine büyük bir arzu duyuyordu ki içinde. ama uzatamıyordu işte elini. her şey böyle iyi giderken yanlış bir hareketle onu ürkütebileceğinden, incitebileceğinden öylesine korkuyordu ki. sonunda dayanamadı, sanki kolu uyuşmuş gibi uzandı. kolunu kızın koltuğunun arkasına koydu. kızın omzuna değil; koltuğun üzerine. sonra kız arkaya yaslandı. birkaç saç teli, delikanlının elinin üzerine dokundu.

    kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu artık genç adamın. dünyalar şirini kızın saçları eline dokunuyordu çünkü. konserden çıkarken kız şakalaştı: 'sizi her maçımızda görüyoruz. alıştık nerdeyse. yarın adana'da maçımız var. gözlerimiz sizi arayacak.'

    hayır, aramayacaktı. delikanlı o anda kararını vermişti çünkü. cebinde onu otobüsle adana'ya götürüp getirecek, hatta öğle yemeğinde bir de adana kebap yedirecek kadar para vardı. gece yarısı kalkan otobüse bindi.

    sabah erkenden adana'ya indi. maç saatine kadar başı boş dolaştı. salona erkenden girdi; en ön sıraya tam servis köşesine en yakın yere oturdu. takımlar sahaya çıkarken salondaki en heyecanlı seyirci oydu. maç falan değildi sebep tabii. ilk sette kız farkında bile değildi onu.. nerden olsundu ki? ikinci sette öbür tarafa gittiler. döndüklerinde üçüncü sette kız fark etti delikanlıyı. yüzünde çok ama çok şaşkın bir ifade, biraz mutluluk, biraz da gurur vardı sanki. ankara'nın hele kolej'de çok popüler bu delikanlısının onun için ta oralara geldiğini bilmenin gururu..

    maç bitti. kız soyunma odasına, delikanlı garajlara gitti. tek kelime konuşmadan... konuşmaya gelmemişti ki. kız 'keşke orada olsaydın' demişti. o da olmuştu işte. hepsi o... ona o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında.

    bir gün üniversite kantininde gazete okurken iç sayfalarda bir şiire rastladı. daha doğrusu bir şiirden alınmış bir dörtlüğe. söylemek istediği her şey bu dört satırda vardı sanki. bembeyaz bir karta yazdı o dört satırı. öğleden sonrayı zor etti, kolejin önüne gitmek için. kızın karşıdan geldiğini gördü. koşarak yanına gitti. 'bu sana' diye kartı eline tutuşturdu ve kayboldu ortadan kız dizeleri okurken.

    'ne hasta beklerdi sabahı
    ne taze ölüyü mezar
    ne de şeytan bir günahı
    seni beklediğim kadar!'

    ertesi gün öğleden sonra tarif edilemez heyecanlar içinde kolej'in önündeydi gene. kız karşıdan geliyordu. bu defa yanında arkadaşları yoktu; yalnızdı. yaklaştığında işaret etti delikanlıya. gözlerine inanamadı genç adam. onu yanına mı çağırıyordu yoksa? evet, çağırıyordu işte. kalbinin duracağını sandı yaklaşırken. 'sana bir şeyler söylemek istiyorum' dedi kız. o da heyecanlıydı, belli.

    'bak iyi dinle. dünkü satırlar için çok teşekkürler. herhalde hissettin, ben de senden hoşlanıyorum. ama senden evvel tanıdığım birisi daha var. ondan da hoşlanıyorum ve henüz karar veremedim; hanginizden daha çok hoşlandığıma. ve de şu anda onu terk etmem için bir sebep yok.'

    'o zaman karar verdiğinde ve de eğer seçtiğin ben olursam, hayatında başka kimse olmazsa, ara beni' dedi delikanlı ikiletmeden. ayrıldı kızın yanından. bir daha voleybol maçına gitmeden, bir daha okul yolunda önüne çıkmadan. bir daha onu hiç görmeden...

    yıllarca sonra levent'in söyleyeceği şarkıdaki sezen'in sözlerini o, o zaman biliyordu sanki. aşk onurlu olmalıydı. günlerce, haftalarca, aylarca bekledi. tıpkı, kıza verdiği o dörtlükteki gibi bekledi. hastanın sabahı, seytanın günahı beklediği gibi bekledi. heyecanla bekledi. hırsla, arzuyla bekledi. umutla, umutsuzlukla bekledi. bazen öfkeyle bekledi; ama bekledi. başka hiç kimseye bakmadan, başka hiç kimseyi bulmadan bekledi.

    bir gün bir şiir antolojisinde şiirin tamamını buldu. iki dörtlüktü şiir aslında. ilki kıza verdiği. bir ikinci dörtlük daha vardı o kadar. o dörtlüğü de bir kartın arkasına dikkatle yazdı; cebine koydu.

    bekleyiş sürüyor, sürüyordu. okullar kapandı, açıldı. aylar, aylar geçti. bir gün delikanlı kızı aniden karşısında gördü. 'günlerdir seni arıyorum' dedi kız.

    'günlerdir seni arıyorum. işte sana haber: artık hayatımda hiç kimse yok!'

    'yaa' dedi delikanlı. 'yaa' dedi sadece. kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağzından sadece bu ses çıkmıştı:
    'yaaa!..'

    cebinde artık iyice eskimiş kartı uzattı kıza. 'sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün' dedi; 'bu da ikinci ve son dörtlüğü onun.'

    sonra yürüdü gitti, arkasına bile bakmadan. kız dizelere bakarken..

    'geçti istemem gelmeni
    yokluğunda buldum seni.
    bırak vehmimde gölgeni
    gelme artık neye yarar!.'

    aradan yıllar, çok ama çok uzun yıllar geçti. delikanlı bugün hâlâ düşünüyor. o uzun, çok uzun bekleyiş aşkını öldürmüş müydü acaba?.

    ya da beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öylesine bir sevgili yaratmıştı ki, artık yaşayan hiç kimse bu hayali dolduramazdı. o sevgilinin kendisi bile. hayalindekini yaşatmak için mi yaşayanı silmişti yani? yokluğunda bulmak bu mu demek oluyordu?.

    ya da.. ya da..

    bir şiirin romantizmine mi kapılmış bir delikanlılık jesti uğruna; mutluluğunun üzerinden öylece yürüyüp gitmişti acaba? delikanlı bu soruların yanıtını bugün hâlâ bilmiyor. bilmediğini de en iyi ben biliyorum. çünkü delikanlı bendim."

    bu anıyı okuduktan sonra sonunda gördüğüm "hıncal uluç" yazısıyla dumura uğradım adeta. "nasıl yaa, bizim bildiğimiz hıncal uluç mu yani?" gibi tepki verdim sonra. eminim çoğunuz da aynı duyguları hissedecek; aynı tip tepkiler vereceksiniz. tabi daha önce okumamışsanız.
    (diyalektigin son kertesi ?, 23.11.2011 20:39)

© 2025 - aühf sözlük uludağ sözlük

aühf sözlük, ankara hukuk fakültesinin interaktif sözlüğüdür. - 2011 nisan (c) bir interaktif sözlük çalışmasıdır. aühf sözlük sözlük spot tematik sözlük servisi ile üretilmiştir. sözlükler yöneticilerinin sorumluluğundadır, www.sozlukspot.com sözlüklerin içeriklerinden sorumlu tutulamaz.